27 Aralık 2009 Pazar

CM

19 yaşındaydım, henüz cm ile tanışmadığımdan şimdiki halimden 19 kilo hafiftim, 19 tane sevgiliyi idare edebilecek kadar boş vaktim vardı, dışarıda gürül mürül akıyordu hayat, ama dışarıdaki hayat hastalıklıydı ve beni anlamıyordu, nihayet, içeride benim hayatımın da bir hastalığı olmuştu: championship manager 2.

ilk oyunu da oynamıştım ama cm2 çok uzun bir dönemi kapsamış, hayatımın 2 senesinin aralıksız tek saplantısı olmuştu. sabah 9 gibi kalkıyordum, o zamanlar kullandığımız bilgisayarlar cm2 için biraz yetersiz olduğundan, daha doğrusu cm gayet doyumsuz bir oyun olduğundan, kayıt ettiğim oyunu yüklenirken kahvaltımı yapıyor, daha sonra bilgisayarın başına oturuyor ve akşam yemeğine kadar kalkmıyordum. yemekten sonra 1-2 saat daha oynayıp yatıyor, çoğu gece, rüyamda gördüğüm taktikleri uygulamak için kalkıp tekrar oynuyordum.

bu dönemde dışarıda tanıyacağım hayatın bana öğretebilecekleri yerine, şaşırtıcı bir genel kültür kazanmıştım. bunu çok sonra farkettim. cm'de "continue"ye bastıktan sonra bayağı bekliyorduk o zamanlar ve bu aralarda sıkılmamak için, dergiler, kitaplar, cd'ler alıyordum yanıma. 35 yaşındayım ve cm sayesinde binlerce dergi, bir dolu kitap okudum, sayısız müzik albümü dinledim. tabii bu durum bilgisayarların hızlanmasıyla değiştiyse de, cm4'le, aralıklar açısından tekrar eski hava yakalandı, oyun yavaş çalışıyordu ve arada bir şeyler yapmaya bir hayli zaman kalıyordu.

söz konusu futbol olduğunda, futbol konuşulduğunda ise, cm'nin beni bir veri bankası haline getirdiğini, gülümseyerek tekrar farkederim. mesela bir transfer konuşulur, "kim bu acaba" diye merak ediliyordur. oysa ben o oyuncuyu, yıllarca önce denemiş, belki yıllarca takımımda oynatmış, gittiğim takıma beraberimde götürmüşümdür. çok sıkışınca oyun kurdurmuşumdur belki? doğum tarihini, hangi pozisyonda oynadığını, havasını, civasını, mahalleden dolandığı kızı, yaladığı mankenleri, özelliklerini bilirim. "hızlı koşar, iyi kafa vurur, centilmendir, çok asist yapar, sahanın şurasında daha iyi oynar, daha önce şu takımlarda oynamıştır, sol kanada koyma taş yerinde ağırdır..." gibisinden bir çok bilgi dökülür ağzımdan. şaşırılır. oysa şaşırılmamalıdır, cm müptelası bir çok insan böyledir. yenilerden bahsetmek gerekirse, suat usta'yı, hamit altıntop/halil altıntop kardeşleri, yasin karaca'yı, fatih sonkaya'yı, okan koç, tunç kip, uğur inceman gibi bir çok futbolcuyu, henüz türkiye'de varlıkları bile bilinmiyorken tanırlar, onlardan söz ederler:

bir futbolsever: yahu bu viola iyi oyuncuymuş, sol cenaptan ileri geri dinamo gibi çalışıyor...
bir cm veribankası: bırak abi viola'yı, roda fc'de fatih sonkaya diye bir çocuk var, daha 20 yaşında, 20 tane viola eder, ama bizimkiler araştırmıyor.
futbolsever: hadi ya, nereden biliyorsun?
cm'ci: işim bu.




cm'nin daha hızlı olması, yüklemeleri çabuk yapması için her cm müptelası didinir, çalışır, umut besler. daha hızlı bir cm dergi/kitap okumayı ortadan kaldıracaktır ama, bunun yanında başarılara daha çabuk ulaşmayı sağlayacaktır. daha kısa zamanda kariyer yapılabilecek, daha kısa zamanda daha fazla oyuncu denenebilecek, maç yapılabilecek, daha fazla şampiyonluk kazanılabilecek, yıllar daha hızlı geçilebilecektir. ben de aynı şekilde, yaşıtlarım parfüm, saat, kot pantolon parası biriktirirlerken, belki bisiklet almaya, tatil tasarrufu yapmaya çalışırlarken, sonrası evlilikleri için beyaz eşya taksitleri öderlerken, hep, cm'yi daha da hızlandıracak bilgisayar parçaları için para biriktiriyor olurdum. bunun izahatını psikanalistler yapsın, fakat ben tek kelimeyle "tutku" diye açıklayabilirim.

cm'deki "continue game" fenomenine de değinmeden olmaz. bu butona bastığınızda oyundaki ertesi güne veya bir sonraki maçınıza yakın bir tarihe kadar, takvimi ilerletir, bu arada maçlar oynanır, oyuncularla ilgili haberler gelir, transfer isteklerinize yanıt gelebilir, taraftar çıldırabilir, asistanınız rakip takımı analiz etmiş ve raporu size sunmuş, bir yerden para gelmiş olabilir, belki tansu çiller tekrar siyasete atılmıştır yahut siz kovulmuş olabilirsiniz. hal böyleyken sürekli "hadi bir daha continue" diye diye saatlerimin geçtiğini hatırlarım. daha bir hafta önce 2 kere sırf "neyse, bir tane daha, dur bir kere daha basayım" derken işe geç kaldım. işe geç kalmak ne ki, bu yüzden, randevularımda hep 20-30 dakika geciken insan bendim, soğuk yemek yemeye alışan, ocağa koyduğu çay suyu kaynayıp buharlaşmış olduğundan, hep yarım fincan çay içmek zorunda kalan, sınavlara girmeyen, monitöre örümceğin ağ ördüğünü gören, belki "continue"ye bir kaç defa daha basmak uğruna çişini tutarken, ileride prostat olacak bir çok cm müptelasından biriyim. 19 yaşımdan beri "bir kere daha "continue game" diye diye, kendimi 35 yaşına getirdim.



hayatım boyunca da hiç bir şeyin cm'nin yerini alamayacağını, bana onun tattırdıklarını tattırmayacağını, kattıklarını katmayacağını, onun gibi heyecanlandıramayacağını, neşelendirip eğlendirmeyeceğini biliyorum ve orada şöyle oluyorum:

"continue game"

bu ara acayip seviyorlar beni,
sorarsan, kucaklara yatmalıyım, dizlerin dibinde uyumalıyım,
gözelerin dibinde dinlenmeli, her elini uzatanla arazi olmalıyım,
maytaplarda gülüşmeye, hamaklarda sevişmeye, mehtaplarda uluşmaya çağırıyorlar,
sıtma, sahtekâr adamların bana saygılarına şaşırıyorum,
fahişeler sana bedava diye bağırıyorlar,
kibrit tek çakışta yanıyor, ayakkabılarım eğilmeyeyim diye, hemen ayağıma oturuyorlar,
sallamaz şoför ibo, "gideceksen bırakayım abi" diye yanıma kadar geliyor bu ara,
nobel tylol hot getirdi, "sen seversin" diye,
inci dişlerini temizletmiş "yakından gör"memmiş tek derdi,
niyeyse bu ara acayip seviyorlar beni,
iyi de, ben bu dünyanın sizine, oyunlarına kanacak adam mıyım,
nazlı yarim, ömrüm, ölümüm, şarabım dururken bir yanda,
gelir miyim ulan yolunuza, girer miyim koynunuza.
zira zaten dayanamadım daha fazla bu arsızlığa
çıkardım ayakkabılarımı,
kapattım telefonu, her kapıyı kapattım,
sakince soyundum sonra,
evvela bir halay çektim tek başıma, ağzımda cigara,
sonradan oturdum championship'in başına,
tek başıma şampiyon oldum,
tek başıma



cyrano
sozluk.sourtimes

20 Kasım 2009 Cuma

Güle Güle De Nigris..


Her ölüm erkendir..Ama bu çok ani oldu..

Blogumun sağ köşesini süsleyen bu zarif topçunun ölümü hakkında yazacağım aklımın ucundan geçmezdi.. Kalp rahatsızlığını hiçe sayarak futbola devam etmesi, oyuna olan aşkından daha farklı anlamlara sahip olsa gerek..
Anadolu takımlarının gelmiş geçmiş en iyi forvetini buradan saygı ve sevgiyle anıyorum..

La Main De Dieu

"Tanrının Eli"..

Fransız versiyonu...

31 yaşa merdiven dayayan Fulham'lı, topu geçen hafta 5 yiyen Lloris'in kucağına değil de ağlara bırakabilseydi ne Domenech'den eser kalırdı ne de küstah Fransızlardan..

Fransa gazeteleri işi geyiğe vurmuş..

Peki ya içimizdeki İrlandalılar?


4 Eylül 2009 Cuma

Taraftarlık ve Habercilik Arasındaki Kalın Çizgi



Emre'yi günahım kadar sevmem, son Fenerbahçe maçında Sami Yen'de aleyhine ettiğim tezahuratların haddi hesabı da yok, ancak yapılan davranışı basın etiğle bağdaştırmam mümkün değil.. Bırakın böyle bel altı geyikleri taraftar yapsın, gazeteciler değil..

Resim de pennearabiata'dan.. Güzel yakalamış...

Baggio & Galatasaray


Sene 1999. Roberto Baggio Inter'de teknik direktör Marcello Lippiile anlaşamaz ve ayrılmaya karar verir. İtalya dışına gitmek ve huzur bulacağı bir yerde futbol oynamak istediğini söyler yakın arkadaşlarına. Teklif Galatasaray'dan gelir. Şampiyonlar Ligi'ndekiGalatasaray huzur bulacağı takımdır. "Ertesi gün İstanbul'a uçacaktım. Arkadaşlarım ikna etti beni kalmaya" diye anlatıyor o günleri Una Porta Nel Cielo adlı otobiyografisinde. Transfer yatar. Galatasaray o sezon UEFA Kupası'nı alır.

http://acetobalsamico.blogspot.com/

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Galatasaray-Kayserispor



Yine günler öncesinden iple çektiğim bir maç günü, yine keyifli bir 90 dakika ve yine maç sonrası yüzümde haz dolu bir sırıtış.

Aslında bol gollü bir skorla karşılaşacağımızı düşünmüyordum maçtan önce. Her ne kadar 7 maçta 25 gol atan bir takımından söz etsek de, karşısındaki rakip de son bir kaç sezondur sağlam defansıyla akıllara kazınan ve ligdeki ilk iki maçında kalesinde sadece 1 gol gören Kayserispor'du. Ancak modern futbolun tüm gerekliliklerini; hücum presi, takım savunması, dikine hızlı hücum, seri ve ayağa paslar; yerine getiren bir Galatasaray vardı sahada. Defans bloğunun orta sahaya yaklaşması ve kaliteli hücum ayaklarının, bu yakınlaşma sonucunda, geriye dönerken kat etmeleri gereken mesafelerin azalması tüm düzeni işlenebilir kılıyor aslına bakarsanız. Arda Turan'ı bu denli efektif hale getiren taktiksel varyasyonun temeli bloklar arası yakınlaşmada yatıyor. Mesafeler kısaldıkça olumlu pas yüzdesi artıyor, arkadaşının hatasını örtmek kolaylaşıyor ve en önemlisi sorumlu olduğun alan azalırken bu maç sonunda rakip karşısında kondisyon avantajı sağlıyor.

Elano
Elano hakkında konuşmak için tabi ki çok erken, ancak attığı mükemmel gol alışma sürecinde mutlaka hızlandırıcı bir etki yaratacaktır. En zor pasları çok kolaymış gibi verebilen, oyun zekası üst düzey bir oyuncu olduğunu zaten biliyordk, bunu Ali Sami'yende ki 45 dakikalık dilimde de çok net gösterdi. Şimdi mutlaka Lincoln'un ilk iki maçında uzaktan attığı goller akıllara gelip "Sonu benzemesin" diye aklından geçirmiştir bir çok Galatasaraylı, ancak iki oyuncunun mental özellikleri arasında büyük bir uçurum olduğunu Elano ilk basın toplantısında açık ve net bir şekilde belirtmişti. O yüzden böyle karamsar benzetmeler yapmanın hiç bir anlamı olmadığını düşünüyorum.
Siz Zahmet Etmeyin
Değinmek istediğim bir diğer konu Galatasaray'ın bulduğu "şans golleri". Hemen hemen her maçta Galatasaray en az bir tane şanslı bir gol buluyor. Şans golü deyince ilk akla gelen rakibin kendi kalesine attığı goller tabiki. Ancak pek sık rastlanmayan bir olay 3 maç üst üste yaşanıyorsa, burda kendi şansını yaratma yolundaki mücadele ön plana çıkıyor.


Maçın Yıldızı
Mustafa Sarp gerek dikine kaliteli pasları gerekse orta sahanın her iki yönüne durmaksızın verdiği desteği ile bu maçın kahramanıydı.

17 Ağustos 2009 Pazartesi